Savaş çocuğu olmak…

Savaş çocuğu olmak…

Kurşunların da rengi var… 

Savaşta çocuk olmak aklın alamayacağı bir güç demekti. O yaşta bile birkaç bidon taşıyabilmek, bidon dolusu kızağı çekmek, büyük bir hızla koşmak, kurşunlara yakalanmamak ve sık sık aç olmak, yıllar boyunca verilen aynı yemeğe hayır dememekti çocuk olmak. Aynı o naylonlar gibi bir süre sonra ‘unicef defterler’ almaya başlamıştık. Mavi, ince üstünde ‘unicef’ yazan defterler. Onları okulda kullanırdık. Savaşta çocuk olmak o defterlere mümkün olduğu kadar küçük harflerle yazmak ki daha uzun kullanabilmek, demekti.

Savaşta çocuk olmak aslında yeni başlayan çocukluğu bitirmekti. Başkaları tarafından bitiriliyordu biz ise, savaş çocuğu olmayı çabuk öğrendik. Oyuncaklarımızı değiştirdik. Kimin daha güzel bebeği veya arabası var düşüncelerinin yerini kim daha çok bombalar hakkında bilgiye sahiptir, kim daha iyi bombaları ayırt edebiliyor düşünceleri aldı. Mermi kovanlarının arkasında renkler olurdu bazen, renkleri sayıp kim daha çok renge sahiptir diye yarışırdık. Savaş çocuğu olmaya zorlandık ama, yine de beklemedikleri şekilde iyi göğüs gerdik.

Savaş çocuğu olmak UNPROFOR askerlerinin eline bakmak demektir.

Şehirde görev yapan BM’ye bağlı UNPROFOR askerleri bazen biz çocuklara bir şeyler atarlardı. Biz de dört gözle o anları beklerdik. Bazen çikolata, bazen şeker veya bir iki meyve atarlardı. Bazen de sadece yanımızdan geçiyorlardı, biz de öyle arkalarından bakıp kalıyorduk. Ama olur da bir portakal veya küçük bir çikolata atarlarsa değmeyin keyfimize. O bir portakalı yahut çikolatayı dört beş parçaya, hatta gerekiyorsa daha faza parçaya da bölerdik. Bir dilim portakal bile yesek yeterdi. Aramızda portakalı soymadan yemeğe çalışanlarımız da vardı. Eh işte görmemişin portakalı olmuş misali. Bir tek bize gösterilmediği, hatta görmemiz yasaklandığı için bilmiyorduk. Kimler tarafından ve neden kısmını ise o yaşta kavrayamıyorduk. UNPROFOR’un da görevi ne bilmiyorduk.

BM askerlerinin mavi kaskları olduğu için onlara hep ‘plavi şlyemovi’ yani mavi kasklar derdik. ‘’Aaa mavi kasklar geliyoooor’’ diye çocuk sesi duyduğunuzda o bir umut sesiydi. Bütün askerler sesimizi duymuyordu, aralarında insan olanlar çıkardı, onlar kayıtsız kalmıyordu sesimize. İngilizce bilmezdik ama ‘pliiiz’ diye öğrenmiştik. Askerlere de öyle seslenirdik. Kim hangi ülkeden bakmazdık hepsine ‘pliiiz’ derdik.

Bizim sokağa yakın bir yerde otobüs durağı ve otopark vardı. Büyük bir alandaydı otopark tabii savaşta öyle bir işlev görmüyordu. Oraya da BM askerleri kendi asker yerini kurdular.

Sonra bir gün bir haber geldi ki sevinçten havalara uçtuk. Tam o askeri evine Türk askerleri gelmiş. İlk fırsatta askeri evine koşa koşa gittim. Hani Türkiye’de misafirliğe gidildiği zaman yuvarlak çikolata ve kolonya ikram edilir ya… Türk askerleri de gelen geçene o çikolatadan dağıtıyorlardı. Yani anlayabiliyor musunuz, benim el uzatmam gerekmiyordu, ‘pliiiz’ demem de gerekmiyordu. Yani diğer askerlere olduğu gibi bir çikolata için dilenmem gerekmiyordu.

*****

Bunları 20 yıl önce yaşamıştım. Bugün hiçbir şey değişmedi, sadece mekanlar değişti. Yine başka bir yerlerde savaş çocukları büyüyor. Ve dünya her zamanki gibi sadece seyrediyor.

Kurşunların da rengi var
Kurşunların da rengi var

Kaynak:  http://www.on5yirmi5.com/

Comments are closed.